"Enter"a basıp içeriğe geçin

Akademide içselleştirilmiş kabuller ve yanlış anlaşılmış eleştiri kültürü üzerine

Bir süredir blogumu çok ihmal ettim. Twitter’da zaman harcıyorum daha çok. Aslında bugün yazmayı planladığım konuyla ilgili çok şey yazdım twitter’da. Ara sıra linç de edildim. Yine olsun yine edileyim hiç sorun değil. Bu yazının ana teması sistemi değiştirmek için değil, baş ezmek için zamanının gelmesini bekleyen insanlarla dolu Türkiye akademisi olacak.

Son zamanlarda kiminle konuşsak gidişattan memnuniyetsiz, liyakatsizlerle dolu akademiden yılmış, o gitse ülke akademisi çökecek ama yine de kıymetini bilmiyorlar, freni patlamış bir kamyonla uçurumdan aşağı gidiyoruz falan feşmekan. Herkes sürekli bir söylenme halinde. Eskiden Muppet Show’da Statler ve Waldorf vardı yaşıtlarım hatırlar belki. Tam olarak onlar gibi sürekli bir söylenme. Herkes muazzam işler yapmış, yapıyor ve izin verseler yapmaya devam edecek. Ancak izin vermiyorlar.

Bunu aynı onlar gibi altı boş şekilde eleştirmek için yazmıyorum. Hak da veriyorum eleştirilerine çoğu zaman. Ancak sürekli şikayet edenlerin, hiç kimseyi veya yapılan hiçbir işi beğenmeyenlerin, sürekli gençlerin yetersizlik ve yeteneksizliklerinden dem vuranların söylem ve eylemlerini izliyorum uzunca süredir. Aklım almıyor. Akademik hayatı boyunca hiçbir araştırmasında ki-kareden gayrı test uygulamamış, onu da yardımsız yapamamış besin zincirinin yukarısında oturan kişi “gençler araştırma yöntemi bilmiyor” diyor. Öğretme sorumluluğunu konuşmuyor bile. Dönem boyu doğru dürüst ders yapmayan akademik “önce öğrencinin öğrenme motivasyonu olacak, hiçbirinde o ışık yok” diyor. Aynı jüriye katılmış kendinden gayrı hiçbir jüri üyesinin, belki de kendisinin bile tam olarak cevap veremeyeceği soruyu sorup kafasındaki tek geçerli yanıtı alamayınca öğrenciye hatta koca bir nesle dünyayı dar ediyor. Herkesin salyalarını akıttığı önemli bir araştırmayı yapmış öğrenciye sırf şımarmasın diye doktorasını savunduğu gün “yani aslında bu tezin ederi 6 ay uzatmaydı ama hadi yine iyisin” diyor. Yeterlik sınavından geçtiğin gün “rezalettin ama geçirdik, hadi yine iyisin. Lütfen sen de şunun gibi ol” diyor. Seni tek başına eleştirdiği yetmezmiş gibi besin zincirinde aynı kademede olanlarla karşılaştırmaya başlıyor. Yersiz ve tehlikeli bir rekabetin fitilini ateşliyor. Beynine onu yerleştiriyor. Adeta zehirliyor. Hepsini geçtim, ittire kaktıra derece sahibi olduğu herkesçe bilinen insanlar bile “değersiz insanları akademide bir dakikadan fazla barındırmayacaksın” gibi söylemlerde bulunuyor. Çünkü artık o da besin zincirinin bir üst kademesinde ve kafasında “değerliler” sınıfına yerleşti bile. Besin zincirinde bir basamak yükselen herkes kendisine söylenen ve kalbini kıran tüm kötü sözleri, uygulanan bu zorbalığı ezberlemişçesine kendi öğrencisine yöneltiyor. Aynı hastalıklı kültürü devam ettiriyor. Baya zehirli bir kültür bu ve bu düzen içinde çoğumuzun sağlıklı bireyler olduğunu düşünmüyorum artık.

İçselleştirilmiş genel kabul mevcut durumda tam olarak şu: Besin zincirinin dibindeki herkes kötüdür, acemidir, çok hata yapar. Tek bir amacı vardır, yükselmek. Besin zincirinin tepesinde olup adının başında bir şey yazan herkes iyidir. Dipteki sorgulayamaz, yorumlayamaz. Besin zincirinde ilerledikçe kendinden sonra gelen ve altta kalana her şeyi yapabilme hakkı kazanır.

Sistem tam olarak böyle işlediği için iş birliklerinin çoğu çıkar çatışması temeline dayanıyor. Hocanın gerçeği öğrencisinin gerçeği oluyor. Her hareketi eleştirilen potansiyel sahibi öğrenci ya basıyor gidiyor, ya vazgeçiyor, ya da endüstriye geçiyor. Son günlerde çok fazla öğrenciden aşırı karamsar ve intihar alt metinli tweetler okuyorum. Yaşam zor, akademide var olmak zor, ekonomi berbat, emeklerinin karşılığını alamıyorlar. Bu inanılmaz üzücü ama maalesef ülkemiz akademisinin gerçeği tam olarak bu.

Tüm bunlar olurken unvanlı profesörleri çok darlandıran, geceleri uyutmayan liyakatsizler ordusu her daim birbirini kolluyor. Yaptıkları şeyin arkasında duruyor. Jüri çeteleri kuruyor. Dereceler dağıtıyor. Kendi derdimize o kadar düşüyoruz ki onlar eller üzerinde yükselirken fark etmiyoruz bile. Cehennemdeki Türk kazanı fıkrasını biliyorsanız işte tam olarak o oluyor ve bence durum buyken hiçbirimizin şikayet etmeye hakkı yok.

Son günlerde belki de içten içe istenen şey liyakatsizler ordusudur diye düşünüyorum. Çünkü tepede oturan ışıltısını paylaşmak istemiyor. O hep eleştirmek, hiç beğenmemek ve hep kahraman olarak anılmak istiyor. Kendinden daha iyisini istemiyor. Emekli olana kadar konumunu korumak istiyor. Olan besin zincirinin altında canı çıkana oluyor.

Geçen bu konuda aşağıdaki tweeti yazmıştım. Son birkaç yıldır tek bir amacım var. Küstürülen onlarca gencin başarıya ulaşmasına yardım edecek, gerektiğinde omuz verecek, en ufak bir başarısını bile takdir edecek, elinden tutacak, güvenecek, inanacak, haksızlığa uğramasına engel olacağım. Kırdığınız yerlerden yeşillendirmek de bizim görevimiz olsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir