"Enter"a basıp içeriğe geçin

“Sahada: Cumhuriyetin Harcında Bilim ve Kadınlar”

Bilim Akademisi Sahada: Cumhuriyetin harcında bilim ve kadınlar isimli müthiş sözcüğünün tanımlamakta yetersiz kalacağı bir kitap çıkardı 2023 sonu. Böyle bir kitap çalışması içinde olduklarını Müsemma (Sabancıoğlu) geçen yıl söylemişti ama nedense beklentim Kim Kimdir (Who’s Who) türü bir eserdi. Ancak bu kitap bir kim kimdir değilmiş. Hatta alakası bile yokmuş. Kitabı okumayı dönem arasına bıraktığım, dönemdeki bilim, teknoloji ve toplum dersinin ana kaynaklarından biri olarak kullanamadığım, arkadaşlarımı/öğrencilerimi okusunlar diye darlamadığım veya yeni yıl hediyesi olarak kimseye hediye etmediğim için hayıflanıyorum şu an. Atalarımızın geç olsun da güç olmasın diye kendini avuttuğu yerdeyim. Önümde uzun bir not listesi var bu kitabı okurken tuttuğum. Bu notların bir kısmı çalışma alanımı ilgilendiriyor, bir kısmı dünya görüşümü, bir kısmı ülkede bilimsel araştırma yapmanın zorluklarıyla ilgili geçmişten gelen makus talihimizi. En severek yazdığım blog yazılarımdan biri olacağını şimdiden biliyor ve başlıyorum…

Işıldayan bilim kadınları

Bilimde ve bilimsel iletişimde eşitsizlikler temalı etkinliklere davet edildiğimde bilimdeki cinsiyet eşitsizliklerini göstermek için seçtiğim görsel Marie Curie’nin içindeki tek kadın olduğu popüler fotoğraftı şimdiye kadar. Bugün aşağıdaki fotoğrafı gördüğüm anda değişti fikrim. Sahada’nın 290. sayfasına gelene kadar zaten gözümün hemen pınarındaydı bir damla. Fotoğrafı görünce düştü. Bu fotoğrafla başlamak istedim yazıya. Fotoğrafta ışıldayan Nuriye Pınar Erdem. 1956’da University of California, Berkeley’de düzenlenen ilk dünya deprem mühendisleri konferansında Erzincan’da yıkılmayan binaları anlatıyor. Oradaki tek kadın. Türkiye depremleri izahlı kataloğunu yayınlamış bir deprem bilimci. Bu kitapta Nuriye Pınar Erdem gibi 11 kadının daha hikayelerini bulacaksınız.

Fotoğraf: 1956’da University of California, Berkeley’de düzenlenen ilk dünya deprem mühendisleri konferansı. Işıltısıyla aydınlatan kadın Nuriye Pınar Erdem (s. 290)

Kitap 12 şahane bilim kadınının cumhuriyetin harcındaki rolünü anlatıyor. Bu anlatıyı o kadar güzel yapıyor ki kendinizi bazen iç çekerken, bazen gurur duyarken, sıklıkla cevabı yıllardır aranan ama bulunmayan, belki de bulunması pek de istenmeyen sorular sorarken buluyorsunuz. Kitabın kapsadığı 12 kadının ana amacını şöyle açıklıyor Müsemma:

… Henüz ulaşılamamış yerlerin bitkilerini toplarken, henüz çalışılmamış yerlerde milyonlarca yıl evvel yaşamış canlıların fosillerini bulmaya çalışırken, henüz tanımlanmamış balık türlerine isimler verirken, henüz gün ışığına çıkmamış binlerce yıl önceden kalma yaşamların izlerini kazı alanlarında ortaya çıkarırken, köylerde, kasabalarda yaşayanlara, buradaki hayatlara bilimsel gözle bakarken, kendilerinden önce kimsenin yapmadığı ve bir ülkenin harcını oluşturacak işler yaparken aslında ortak amaçlar peşinde koşuyordu bu isimler: Tam da tanınmayan bir ülkenin olanaklarını tespit etmek, yeni kurulan cumhuriyet idaresinin, çağdaş değerlerin hayata ne derece geçtiğini ölçmek, daha iyisini aramak, olmayacak gibi görüneni son derece zor koşullarda oldurmak ve bir ülkenin geleceğinden kendini sorumlu tutmak.

(s. 13)

Kitabın sonunda deprem bağlamında kullanılan bir “harç” sözcüğü daha var. Diyor ki “harcın cinsi ve kalitesi sağlamsa binalar depreme dayanabilirler” (s. 291). Cumhuriyetin harcı bu kadınlar. Bilimsel ve entelektüel düzeyleri, karşılaştıkları zorluklar ve onca şeye rağmen asla yılmamaları bu harcın ne denli sağlam olduğunu gösteriyor.

Yol yapan ve yol olan ‘ayrıcalıklı’ kadınlar

Kitaptaki 12 kadın ailelerinden gelen kültürel ve ekonomik sermaye sayesinde hayata önde başlamış ayrıcalıklı kadınlar. Kitap da, kitapta bahsedilen kadınların hikayeleri de bunu reddetmiyor. Aksine, bunun gerekçelerini açıklıyor. Cumhuriyetin harcı onlar. Cumhuriyet bu ‘seçilmiş’ kadınlara bir sorumluluk yüklüyor. Kimini yurtdışına okumaya gönderiyor, kimine ikinci dünya savaşının da etkisiyle en iyi danışmanları getirebiliyor. Halet Çambel kendilerinin ‘kurucu kuşak’ olarak yetiştirildiğini söylüyor ve cumhuriyetin omuzlarına yüklediği sorumluluktan bahsediyor. Mübeccel Kıray, Behice Boran, Fatma Başaran gibi bilim insanlarının kökenleri köy değil, hepsi kentliler. Kitap hem bu gerçeği bilmemizi, hem de bu gerçeğin bize açtığı yolu görmemizi istiyor.

Bu sorumluluk sebebiyle 12 kadının hepsinin ana odağı eğitim. Eğitimde fark yaratıyorlar. Kimsenin gitmediği, gitmeye cesaret etmediği, gitmeye değer görmediği yerlere gidiyorlar. Anlamaya çalışıyorlar. Behice Boran “gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüzdür demeyelim. Köy bizimse bizim köye bir el atalım” diyor misal. Mübeccel Kıray hiç tanımadığımız insanlarla tanışmamız gerek diyerek saha araştırmaları yapıyor. Kimsenin uğramadığı köylerde kadınlarla konuşuyor Fatma Başaran. Hafta sonları köy enstitülerinde eğitim veriyorlar hiç usanmadan. Bekçinin kız çocuğunun nasıl yetişeceğini düşünüyor Jale İnan. Kitapları ezberlemenin değil, bilgiye ulaşmanın ve onu değerlendirmenin öneminden bahsediyor Halet Çambel. Düşünmeyi öğretiyor öğrencilerine. Bilimsel iş yapmak yanında yaptıkları işi topluma kazandırmaya çalışıyorlar, farkındalık yaratıyorlar.

Yani arkadan gelen için yol yapıyorlar. Yol yoksa yolun kendisi oluyorlar. Meslektaş yetiştiriyor, onlara destek oluyor, düştüklerinde ellerinden tutuyorlar. Yani cumhuriyetin ışığı oluyorlar.

Kurumların desteğiyle, toplumsal değişim için, hedef odaklı ‘sakin’ bilim

Kitapta en çok hayıflandığım şey bilimsel araştırmaların bir zamanlar yükselme veya teşvik için değil, toplumsal değişim için yapılabildiğini görmek. MTA, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Turizm Bakanlığı gibi kurumlar tarafından desteklenen bilimsel araştırmaların süreçlerini okumak, basımı senelerce süren gerçek bilimsel kitapların hikayelerini öğrenmek, bir mektuba cevap alabilmek için üç ay bekleyebilmek gibi her türlü gerçek yüzüme çarptı. Geçen onca senenin ardından daha iyi bir noktaya gelmiş olmalıydık. Halbuki biz piyasalaşan akademinin rekabetçi dünyasında hayatta kalabilmek için her gün kimsenin okumadığı yüzlerce yeni içerik üretiyor ve “bilimsel araştırma neden yapılır” sorusunu neredeyse hiç sormuyoruz.

Kayıp koleksiyonlar ve bilimsel miras

Yüzüme çarpan bir diğer gerçek de Fahire Hoca’nın kavanozlarının, Atıfe Hoca’nın fosil koleksiyonunun veya diğerlerinin ürettiği onca bilimsel mirasın yeterince korunamamış olması. Bilimsel mirasımızı koruyamıyoruz. Zannediyoruz ki bilimsel üretim yalnızca bilimsel yayınlarla sınırlı. Kişiler birer kaynak. O kişilerin laboratuvar notları, günlükleri, taslakları… Hepsi birer kaynak ve korunması gerek. Bilimin birikimli doğasına inanıyorsak koruyabilmeliyiz.

Bu noktada Mübeccel Kıray bölümündeki altını kalın çizgilerle çizdiğim “bir sosyoloğun arşivi nedir” tartışmasını anmam gerek. Botanikçi bitki biriktiriyor, paleontolog fosil. Sosyal bilimci ne biriktirir? Ne biriktirmelidir? Somutları bile koruyamamışken somut olmayan bu birikimleri nasıl koruruz? Koruyor muyuz?

Kitap çok soru sorduruyor demiştim :=)

Bilimde ölçme sorunu ve bilimsel pratiklerde farklılıklar

Her çalışmamda, her konuşmamda her alanın, hatta her alt alanın birbirinden farklı özelliklere sahip olduğunu söylüyor ve daha çeşitli/kapsayıcı araştırma değerlendirme sistemleri yaratılması gerektiğini iddia ediyorum. Bu kitapta da bunun şahane örnekleri var. Örneğin, dünyada araştırma değerlendirme alanında son yıllarda en çok sorulan sorulardan biri sanat eserlerinin nasıl değerlendirileceği (örnek bir okuma için: pdf). Yıllar yıllar önce de Leman Cevat Tomsu bir sürü ev yapıyor ama bilim sayılmıyor hiçbiri. Çünkü çıktısı makale değil. Yapı. Botanikçi Asuman Baytop’un çalışmalarını bir fizikçiden ayıran çizgi disiplinlerarası farklılıklar. Kazı esnasında yarısını bulduğu heykelin diğer yarısının ABD’den getirilmesini sağlayan, ne pahasına olursa olsun heykelleri ayağa kaldıran Jale İnan’ın emeğini ölçecek bir mezura yok. Olmayacak. Mezuralar alından akan teri ölçme kapasitesine sahip değil.

Ulusal bilimsel literatürü geliştirme çabaları

Neredeyse tüm hikayelerde ulusal bilimsel literatürün gelişimi için atılan adımlar var. Türkçeleştirilen mesleki jargonlar, hazırlanan sözlükler, ders kitapları, dernekler veya kurumlar tarafından tamamen gönüllülük esasıyla çıkarılan ulusal dergiler. Şimdi olduğu gibi bir zorunluluk değil (doçent olmak için en az üç TR dizinli makale yazmak zorunlu şimdi), tamamen mesleklerin gelişimi için. Gerçek bilimsel iletişim için. Yukarılarda bahsettiğim sorumluluktan gelen bir misyon bu. Toplumu ilgilendiren konularda İngilizce yazılmış ve kimsenin okumadığı bir koleksiyon oluşturmak yerine hedefi belli ve ülkenin bilimsel altyapısını geliştirmeye yönelik çabalar bunlar. Dil bilmediği için değil (ki hepsi kıskandıracak düzeyde çok dil biliyor), ülke bilimini geliştirmek için çabalamışlar. Başarmışlar da. Bugün geldiğimiz noktada hala tam olarak açıklayamamış olsak da elmas açık erişim hareketinin yapmaya çalıştığı şey tekel yayınevleri tarafından domine edilmeyen o kıymetli zamanlara geri dönebilmek.

Yaklaşık dört yıldır bilimde çok dilliliğin ve derneklerce/kurumlarca üretilen yerel/bölgesel çıktıların önemini anlatıyorum. Bunu anlattığım aydın kesimden bile “bilim dili (lingua franca) İngilizce, İngilizce bilmeyenin/yazmayanın bilimde işi yok” cevabı alıyorum bazen. Önümüzdeki yıllarda yapay zekanın da katkısıyla bilimde çok dilliliği yaygınlaştıracağız ve o zaman keyifle geri döneceğim bu yazıya. Keyifle eski çalışmaları anacağım (umarım).

Siyaset…

Bilinçli bir tercih mi bilmiyorum ama kitapta Behice Boran ve Nuriye Pınar Erdem’in hikayeleri hemen arka arkaya. Dünya görüşleri farklı olan bu iki kadın inanılmaz akademik çalışmalara imza atmışlar. Bunun yanında inanması güç süreçler yaşamışlar. İşlerini kaybetmiş, sürülmüş, hapis yatmışlar. Siyasette kadın yok diyoruz hep. Az da olsa varlarmış. İstememişler. Çeşitliliği burada da sevmemişiz pek. Tahammül edememişiz. Hala sevmiyoruz.

Kitapta bu isimlerle ilgili çok doğru bir çıkarım var. Çabaları siyaset için değil, bilime duydukları inanç için olduğundan birlikte bir sürü kaliteli iş yapabilmişler. Ülke sayesinde değil, ülkeye rağmen yapmışlar bazen. Hala öyle. Önünü sonunu düşünmeden akademisyenlere vuranlara sürekli diş göstermem bundan. Kötüler var evet. Ancak onca zorluğa ve engellemeye rağmen bir köşede sessizce işini yapanlar sayesinde ayaktayız hala.

İmposter sendromu izleri mi?

Akademi uzunca süredir özellikle kadın akademisyenler arasında yaygın olan imposter sendromundan bahsediyor. Yetersizlik hissinden. Sahtekar gibi hissediyor olmaktan. Kitapta Tomsu’nun “bu işteki kabiliyetimin azlığını biliyorum, cüretimin hüsnüniyetimden dolayı mazur görüleceğini ümit ederim”, kuşların ecesi Saadet Ergene’nin hikayesindeki “eksikliklerimin bağışlanmasını dilerim” ifadeleri ile Halet Çambel’in “çok gerekli değilse başarılarınla övünme” tavsiyesi bunun çok eskiden gelen bir duygu olabileceğini hissettirdi bana. Müsemma bunu “mütevazı gözüpeklik” olarak tanımlamış hemen girişte. Hepsi tuttuğunu koparan gerçekten gözüpek kadınlar. İşte o yüzden gelecekte yapılabilecek bir söylem analizi beni çok heyecanlandırıyor. Birileri cumhuriyetin yetiştirdiği erkeklerle kadınların kurdukları cümleler arasındaki farka baksa da anlasak gerçekten böyle bir eğilim var mı. Varsa bunların sebeplerini tartışsak uzun uzun.

Bu arada tam Mart ayı ortasında çok şahane bir etkinlikte tartışacağız bu konuları hep. Hazır olun, kemerlerinizi bağlayın.

Teknolojinin nimetleri

Yabancı dilde yayınlanan eserlerin erişilemez olmasından, literatür takibinin zor olmasına kadar eskiden sorun olan ama bugün çözülen pek çok unsuru bulacaksınız kitapta. Teknolojinin nimetlerine şapka çıkaracaksınız. Çünkü artık yeni çıkan yayınlara anında ulaşabiliyor, bir mesajı saniyeler içinde ilgilisine ulaştırabiliyoruz. Örneğin, kuş seslerinin transkripsiyonuyla ilgili sorunlar artık sorun sınıfına girmiyor bile. Ancak şimdiki sorunlar daha başka. Doğru bilgiye erişmek, bu bilgiye erişimdeki eşitsizlikler vs. Her dönemin zorlukları var ve bu zorlukları takip edebilmenin en iyi yolu böyle kitaplar/eserler. Tarihe izlerimizi bırakmak lazım böyle. Bu kitabın böyle bir misyonu da var.

Bilimin sınıflandırılması

Uzun yıllardır Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü lisans programı üçüncü sınıf öğrencilerine bilimsel ve teknik bilgi yönetimi dersini veriyorum ve dersin ana amacı öğrencilere fen bilimleri ve mühendislik araştırmacılarının bilgi davranışlarını öğretmek. Örneğin, dersi alan bir öğrenci bir botanik araştırmacısına hizmet sunacağı zaman botanik alanında taksonomilerin önemini biliyor, ona göre bilgi hizmeti sunabiliyor. Bu kitabın bence bir diğer misyonu pek çok bilimsel alan için mükemmel bir bilgi kullanımı ve bilgi davranışı rehberi sunması. Bu da bu kitabı bilgi bilimi alanı için ekstra kıymetli hale getiriyor.

İsim karmaşası

Yüksek lisans tez konum bilimsel araştırmalarda kişi ve kurum isimlerinin standardizasyonundan kaynaklanan erişim sorunlarıydı. Örneğin aynı isimli araştırmacıların yayınlarının birbirine karışması, hatalı yazımlar, editör veya dizinci hatasıyla yanlış etiketlenmiş yayınlar nedeniyle erişilemeyen bibliyografik kayıtlar vs. uzmanlık alanımdı bir dönem. Kadın araştırmacıların sahip olduğu en büyük dezavantajlardan biri soyadı değişimleri. Tıpkı kitaptaki Fahire Battalgazi örneğinde olduğu gibi. O dönemin sorunlarına bir de soyadı kanunu öncesi/sonrası dahil olduğu için iş daha da dallanıp budaklanmış. Fahire Akif, Fahire Battalgil, Fahire Battal ve son olarak Fahire Battalgazi hep aynı kişi. Zehra Taşkın ve Zehra Yanar’ın aynı kişi olması gibi. Her ne kadar günümüzde bu sorunlar yazar ID’si ile çözüldüyse de cumhuriyet tarihinin hemen hemen ilk yazar adı karmaşası hikayesini öğrendiğim ve çalışmalarımda kullanabileceğim için mutluyum. Kitaptan elde ettiğim katma değer bitmiyor gördüğünüz üzere. Adeta benim için yazmışlar :=)

Doçentlik tezlerinin jüri raporlarının açılması

Okumaktan en keyif aldığım bölümlerden biri de hocaların doçentlik değerlendirmelerindeki ifadelerdi. Bu da benim sürekli sayıkladığım açık ve şeffaf hakem değerlendirmesi fikrimi cilaladı yeniden. Keşke kimin kime ne değerlendirme yazdığını görebilsek. Ben bana yazılanların görülmesini isterim, başkalarına yazdıklarımın da. Ayrıca hakem raporları inanılmaz kıymetli bir eğitim materyali. Kitapta görüyoruz ki arşivsel değeri de var. Keşke politika yapıcılar sık değiştirilen doçentlik sisteminde asıl buna el atsalar.

Canan (Atılgan) Hoca’nın sordugu sorular…

Kitap size sürekli soru sorduruyor. Zaten Canan Hoca’nın takdimi sizi bu sorulara baştan hazırlıyor. En sevdiğim kısımlardan biri bu:

… Eğer sosyoloji bölümlerinde hocalar muhtelif müdahalelerle dağıtılmasaydı, devlet bu bölümlerden aldığı görüşleri politikalarını yönlendirmekte kullanmayı sürdürseydi ve hatta kurumsallaştırsaydı, bugün megapoller yerine dengeli gelişmiş, daha mutlu insanları barındıran çok sayıda kentimiz olur muydu? Depremlerin afetlere dönüşmesi böylelikle çok daha sınırlı kalır mıydı? Ya sahada çalışan hocaların -kadın olsun erkek olsun- yerelde yaşayanlarla kurdukları ilişki biçimleri üniversite içine yayılabilseydi, hocalara atfedilen ve halkta yaygın olabilen seçkincilik algısı kırılabilir miydi?…

(s. 9)

Cevapları biliyorsunuz. Cevapları bildiğinizi biliyorum. Ancak geçmiş geride kaldı. Önümüzde uzun ve sancılı bir gelecek var. Bir yerden başlamak lazım. Tıpkı “hayatımda hiç arkama bakmadım” diyen Mübeccel Kıray gibi. Arkamıza hayıflanmak için değil de sadece dersler çıkarmak için bakmak, geleceğimizi o dersler ışığında aydınlatmak gerek.

Çok istemesine rağmen okuması engellenmiş kadınlara ithaf edilen eser…

Kitap “ailelerimizde de bulunan, çok istemesine rağmen okuması engellenmiş kadınlar” için. Yani köyünde lise olmadığı için liseye gitmesi abisi tarafından engellenen ama dört kızında tüm hayalini gerçekleştirmiş annem için. Okul yüzü görmese de kendi kendine okuma yazma öğrenmiş ve kafadan matematik işlemleri yapabilen rahmetli adaşım babannem için. Onlar ayrıcalıklılardan değillerdi. Ben öyleyim. Okutulmamış kadınların okutulmuş kızları olabildiysek cumhuriyetin kazanımları sayesinde. Cumhuriyet vizyonu bu.

Okuyun, okutun. Ben kendi adıma tüm ekibe teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir